Dalgalar ayaklarımdan belime uzanıyor.
Geri çekiliyor ardından
Bana çarparken hiddetle kuduran deniz
Sönüyor hırpaladıktan sonra
20-30 yıl önce hatırı sayılır miktarda kum alınmış Karadeniz'den. Bilen bilir zaten delidir kapıp götürür adamı, bu kum vakasından sonra hepten delirmiş. İşte bugün çıldırmış bir denizin dalgasının ağzına oturdum. Sahili taşlı, deniz bugün hepten dellendiğinden eteğindeki taşlarla taşladı beni. Maskenin altındaki şeytanı denizden iyi kim görebilir? Boğmak istedi çekti kendine, önceden olsa direnmez bırakırdım kendimi dalgalara, ama birtakım kararlar vermiş olduğumdan geri çekilip kurtuldum. Ama kaçmadım, kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı, ben de beni taşlamasına izin verdim. İzlediğim dizilerde karakter komadayken hayatının akışını değiştiren ya da cennetvari rüyalar görür. Çok sıkışık olmasa da sıkışık sayılacak bir arabada başımı camdan çıkarmış yıldızları seyrediyorum. O kadar güzeller ki. Ve ben o kadar yorgun ve sönüğüm ki. Ve sığınmayı o kadar bilmiyorum ki. Yol kenarında gözlerini dikmiş donuk donuk bana bakan adamlar görüyorum. Aslında olmadıkları için yıldızları izlemeye devam ediyorum. Ağlamak istiyorum uzanamadığım için, hıçkırarak, omuzlarım düşmüş halde, birinin beni kendine çekip geçti demesini delice isteyerek. Camı kapatıyorlar. Net değiller artık. Ben sığınmayı da, ağlamayı da bilmiyorum. Ben bugün komadayım. Benim içimden hatırı sayılır miktarda kum alındı. Ben onun beni taşlamasına kızamam çünkü onun canı çok yandı. Geceleri çok sakin deniz, eteğindeki taşları dökmek yoruyor herhalde. Kendime bakıyorum, hiddetle köpürüp çarptıktan sonra durulan, geri çekilen denizim ben. Geri çekilen, durulan. Ama tekrar çarpıp dağıtacak olan. İnsanın bir yanı hep çocuk kalmalı. Avutulacak, kandırılacak kadar. Hoş sohbetle, birkaç şiirle, kendini taşlayan dalgalarla, yıldızlarla kandırabilecek, avutulacak kadar küçük kalmalı. Hacı'nın da dediği gibi: ''Bir kulağımızın arkası kaldı kesilmedik.'' Kesileceksek, azrailin usta ellerinden çıkan son kesiğe kadar kesileceksek, kandırmalıyız kendimizi. ''Madde mi ağır mana mı?'' kıyasında ikisinin de hafif olduğunu, hiçbir şeyi yük etmemek gerektiğini kabullenerek... Ama benim içimden kum alındı. Eksiğim ben. Kendimle barışabilirdim ama eksikliğimle barışmak? Kendimi kandırabiliyorum. O kadar ki bazen pürüzsüz bir hayat hayal ederken yakalıyorum kendimi. Umut etme sorunum yok. Zaten ben hep teoride iyi bir insan oldum. Pratikte? Kendimi zorlamıyorum çünkü ben içimdekini avutmaya çalışırken camım kapatılıyor.
Soramam. Belki de anlamı yok. Anlam arama. Anlam arama. Anlam arama. Anlam arama. Anlam arama. Anlam ar..... Böyle 40'lasam bu cümleyi. Vazgeçebilir miyim? O uçurumdan bırakabilir miyim kendimi dalgalara? Hayal ediyorum uçurumun eteğindeki kayalara ve dalgaların iliğine işleyen kanı. Bütün kan akar mı o durumda? Deniz nasıl temizler kanı? Denizi kan tuttuğu için de delirmiş olabilir belki? Bulutlar yıldızları örtünce delirmiştir belki de? Ya da hepsi üst üste gelince sıyırmıştır? Deniz. Bunları yazıyorum çünkü deniz hissedilmek istiyor, kendi haline bırakılmak, aynı zamanda sığınmak. Ama deniz kime sığınabilir? Kim teskin edebilir denizi? Kim avutabilir? Hem umut etmekten yorulduğu besbelli olan deniz boğmamış mıdır çocuk yanını, iyi ihtimalleri? Güvenmiyor. Güvenmiyorum. Olup biten içerde, akıntıyıysa kapılmayan fark edemez. Deniz çarpıyor, köpükleri ayak parmaklarım arasından kayboluyor.
Tanrı'nın gönderdiği kitaplardaki kurallara bakarsak cennet de zor bizim için. Ateş benliğimizi yakarken kurtulur muyuz eksikliğimizden? Böyle unutur muyuz? Benden eksikliğim de alınırsa ne yaparım bilemiyorum.
Sırtımda kocaman bir böcek gördüğüm kabustan uyanıp, uyandığımı uzun süre fark etmeden üstümde ve yatakta böcek arıyorum. Uykum kaçıyor. Tavan bana bakıyor. Birine uzunca bakmayı severim ama bana bakılsın istemem, yüzüstü yatıyorum. Sanırım ben böyle yatınca kalbim daha yavaş kan pompalıyor. Aslında yüzüstü yatmak bir mecburiyet çünkü uykuya dalma esnasında hep çarpıntım olur yüzüstü yatmazsam. Daha çabuk geçerim uykuya, öbür türlü güzel rüyalar görüyorum. Ben anneme bir şey olacak diye çok sevmemeye çalışıyorum onu. Beni niye eksilttin diyemem Tanrı'ya. Ama o his. Komadayım. Akış değişecek. Uyanamıyorum. İnanmıyorum.
Bir ölünün kırgınlıklarının faillere saplanması kadar ölüyü rahatlatacak herhangi bir şey yoktur. Ben hepinize saplanmaya yetecek kadar kırgınım. Yağmur altında paslanmasına müsaade edilen çivi kadar kırgınım. Günahsız birine saplanacak olsam da pişman olmayacağım. Ben eksik ve kırgınım. Hepimiz gibi.
http://www.youtube.com/watch?v=0AQ3p38ku3U
deli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
deli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
23 Eylül 2013 Pazartesi
Herkes Doğruysa, Hayırdır Lam Biz?
Diğeri değer yapanlara ithafen.
İnsan bir noktada hep esir aslında. Doğada serbest halde dolaşan bir insan düşünelim. Bu insan dünyada bulunmakla hem güneş sisteminde hem Samanyolu Galaksisi'nde hem de evrende yaşamaktadır. Marsa gidemez ama, hani özgürdük?
İnsan, özgürlüğü tanımlarken sınırlandırmak durumunda kalmıştır daha en baştan. ''Başkasını rahatsız etmeyecek şekilde istediğini yapabilmektir.'' Benim Mars'a gitmem kimi rahatsız edebilir? Özgürlüğün kısıtlanması daha onun tanımında başlamışken katıksız özgürlük mümkün değil. Yaşarken dünyaya, öldükten sonra sonsuza yahut yokluğa mahkumuz.
İnsan kendi doğrusunun en doğru olduğunu düşündüğü için onu canavar gibi savunur. Kendine taraftar bulamazsa ya da güçlü değilse, ezildiğinde özgürlüğünün kısıtlandığını savunur. Farklı farklı düşünceler, taraflar var. Hepsi de en doğru bilginin kendisine ait olduğunu ve ona inanılması gerektiğini savunur. Düşüncesinin zıddı olana ateş püskürür ve işi daha ileri götürüp onu ötekileştirir, kin duyar.
Dünyanın adaletli bir yer olduğunu söyleyemeyeceğim. Yanlışların doğrulardan çok olduğu genel bir kanı, kimse bunu reddetmeyecektir. Peki herkes doğruysa, biz de doğruysak, dünyada bir yığın yanlış varsa, ısırgan otu dokunulduğunda deriyi yaksa da uygun kullanımda faydalıysa, iyi görünen kötü, kötü görünen iyi olabiliyorsa doğrularımıza dönüp onu nasıl edindiğimizi, onun karşıtını niye reddettiğimizi incelesek daha iyi bir doğru bulabiliriz. Bu yöntem sağlam olmakla birlikte her yiğidin harcı da değildir benden söylemesi.
Kimse kimsenin kabuğunu kırıp içeri göz atma isteği duymuyor. Dikenli sarmaşıkların arasında böğürten olabilir. Bir kurt elmaya aşık olup onun içine bakmak isteyebilir, onun tadını alınca içinden çıkmak istemeyebilir. Bir deli kuyunun derinliğini anlamak için kuyuya bir taş atabilir, sonra bin akıllı o taşı o kuyudan çıkaramayabilir. İnsanları didik didik etmek harika bir şey. Tamam çöp insanlar var ama bazıları çok harika olabiliyor.
Düşüncelerimiz zaferimiz olsun istiyoruz. Çabalamadan, oradan, buradan duyarak doğru ilan ettiğimiz düşünceleri karşıdakinin tezini çürütmek maksadıyla her yola baş vurarak savunuyoruz. Bencil olduğunu söylüyoruz mesela. Fakat bunu söylerken ne kadar bencil olduğumuzun farkında olmuyoruz.
Aynı düşünmek farz değil, herkesin bizim fikrimizi kabul etmesi de zafer değil. Zafer birbirimize kıymadan, fikirlere saygı duyarak bir arada olabilmek. Çeşitlerle zenginlik yaratmak ama ayrı düşmemek. İyice sorgulayarak doğruyu bulmak. Birbirimizi hissedebilmek önemli olan. Düşünerek süzgeçten geçirerek.
İnsan bir noktada hep esir aslında. Doğada serbest halde dolaşan bir insan düşünelim. Bu insan dünyada bulunmakla hem güneş sisteminde hem Samanyolu Galaksisi'nde hem de evrende yaşamaktadır. Marsa gidemez ama, hani özgürdük?
İnsan, özgürlüğü tanımlarken sınırlandırmak durumunda kalmıştır daha en baştan. ''Başkasını rahatsız etmeyecek şekilde istediğini yapabilmektir.'' Benim Mars'a gitmem kimi rahatsız edebilir? Özgürlüğün kısıtlanması daha onun tanımında başlamışken katıksız özgürlük mümkün değil. Yaşarken dünyaya, öldükten sonra sonsuza yahut yokluğa mahkumuz.
İnsan kendi doğrusunun en doğru olduğunu düşündüğü için onu canavar gibi savunur. Kendine taraftar bulamazsa ya da güçlü değilse, ezildiğinde özgürlüğünün kısıtlandığını savunur. Farklı farklı düşünceler, taraflar var. Hepsi de en doğru bilginin kendisine ait olduğunu ve ona inanılması gerektiğini savunur. Düşüncesinin zıddı olana ateş püskürür ve işi daha ileri götürüp onu ötekileştirir, kin duyar.
Dünyanın adaletli bir yer olduğunu söyleyemeyeceğim. Yanlışların doğrulardan çok olduğu genel bir kanı, kimse bunu reddetmeyecektir. Peki herkes doğruysa, biz de doğruysak, dünyada bir yığın yanlış varsa, ısırgan otu dokunulduğunda deriyi yaksa da uygun kullanımda faydalıysa, iyi görünen kötü, kötü görünen iyi olabiliyorsa doğrularımıza dönüp onu nasıl edindiğimizi, onun karşıtını niye reddettiğimizi incelesek daha iyi bir doğru bulabiliriz. Bu yöntem sağlam olmakla birlikte her yiğidin harcı da değildir benden söylemesi.
Kimse kimsenin kabuğunu kırıp içeri göz atma isteği duymuyor. Dikenli sarmaşıkların arasında böğürten olabilir. Bir kurt elmaya aşık olup onun içine bakmak isteyebilir, onun tadını alınca içinden çıkmak istemeyebilir. Bir deli kuyunun derinliğini anlamak için kuyuya bir taş atabilir, sonra bin akıllı o taşı o kuyudan çıkaramayabilir. İnsanları didik didik etmek harika bir şey. Tamam çöp insanlar var ama bazıları çok harika olabiliyor.
Düşüncelerimiz zaferimiz olsun istiyoruz. Çabalamadan, oradan, buradan duyarak doğru ilan ettiğimiz düşünceleri karşıdakinin tezini çürütmek maksadıyla her yola baş vurarak savunuyoruz. Bencil olduğunu söylüyoruz mesela. Fakat bunu söylerken ne kadar bencil olduğumuzun farkında olmuyoruz.
Aynı düşünmek farz değil, herkesin bizim fikrimizi kabul etmesi de zafer değil. Zafer birbirimize kıymadan, fikirlere saygı duyarak bir arada olabilmek. Çeşitlerle zenginlik yaratmak ama ayrı düşmemek. İyice sorgulayarak doğruyu bulmak. Birbirimizi hissedebilmek önemli olan. Düşünerek süzgeçten geçirerek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)