16 Kasım 2020 Pazartesi

yahut bir hüküm miktarı

lütfen diyorum
bitsin artık bu arabesk.
ama duygularımı her zaman ifade etmiyorsun chopin,
zaten kim tamamen hitap edebilmiş ki birine?
ben becerebilmiş miyim hem kendimin şerhini?
ama bırakalım istedim arabeski.
yine yanlış yola saptığım düşüncesi,
"coğrafya kaderdir"
ve piyanonun başında
aşkını bir sır gibi sakladığını söylemesinin ardından,
yıllar yıllar sonra dinledim o şarkıyı.
basbayağı arabesk, basbayağı sevdim!
sevmek ne ki bayıldım!
sonra da hikayeyi öğrendim
yüzündeki çizgileri gördüm ekrandan
lanet ettim bir kez daha!
"kimsiniz?" dedim,
"ne cüretle ayıplarsınız, yasaklarsınız aşkı?"
ama denmemiş miydi "limanı olmayanın aşkı olmaz" diye
bunlar limanlarını bırakamazlar 
aşktan da anlamazlar.
sahih insanlar neredesiniz?

arabeski bırakamayacağım belli,
arabeske çiçekler ekmem lazım.
ormanlarla kendime gölgelik yapmalıyım,
ellerimdeki çürük havuçları yerlerine gömmeliyim,
havuçlardan sonra güz ağaçlarını teselli etmeliyim.

ben üzerimden gemilerin geçtiği, ama sağ salim 
uyandığım rüyalardan kalkıyorum.
korkma diyor, korkma!
neyden korkuyorum bilmiyorum
gücü gücüne, düzen testleri
insanlardan kaçıyorum 
-dolu dizgin atlarla?-
nikolay değilim,
kimseyi burnundan da çekmem.
ben onun günahlarını da işlemedim
ve bir gün tanrıya sığınacaksam 
nikolay gibi olmaktan sığınırım sana, ey!
korkum, git başka dağları dolan
ben yitik bir şey olmak istemiyorum!
ve memnuniyet öldürme beni. 
alıştırma beni.

sevgilim bu alegorilerle yorma beni
anaforların gücümü tüketmede
beni illa yoracaksan
.
.
ben bir tablo değilim sevgilim
rus romanlarındaki konteslere de benzemem
bir mujik de çıkar içimden, bir Konstantin de
imgelerini üzerimde deneme.

söyle umurunda olmadığını,
anlamadığını sana dahil kimseye anlatamadım,
anlamak istemediğinizi anlamadım.
kelimeleri bırakmalıyım şimdilik
heceler oyuncak reyonunun her yerinde
toparla beni ey
ya da toparlanayım ben ey!

29 Ekim 2020 Perşembe

Budala

Denediysem annemin yüzlerini
Hayatı ezber eden tüm çocuklar gibi
Baharı getiren çiçeklerime su verirken
Elime düştüyse gövdeleri,
Gölgeleri mermerden silindi.
Yosunlar parçaladı ellerimi.
(Ellerim yosunları değil)

Son kez denizden ve gökkuşağından bahset ona, dedi
Ölü adamın eşi,
Tabutun ucuna vardım, doğruldu.
Sonra yine devam etti uykusuna
Dosta anlık bir selam
Hangi rüyanın kuytusuna sığınayım?
Kendimi sarılmayı çok sevdiğim bir gövdeden kopardım.
Kendi toprağı çatlarken bana yağmurlar getirdi.
Kalbime bu hançeri ben sapladım.
Seyret, bahar bu yaradan doğacak.
Biz başka baharlara başka sevgiler büyüttük
Karanfilli şiiri hatırla.


29 Eylül 2020 Salı

Sayın Kelebekler

 bizden uzağa düşen evlatların

çırpınıp durduğu dünya kaç hecedir?

günlerce gecelerce aynı yolda yürüdüm

ev oradaydı ağaç oradaydı

bir gün adamlar geldiler

ıssızlığına bakamadığım o evi aldılar

ve ben o evi şimdi özledim

yitirilen zamanın içinde arıyorum kelimeleri

çağ eziyor bedenimi

duygularımı çağırıyorum çünkü hisler çağlamayı bıraktı kalbimde

zihnim bir makine 

her günüm tekrar. 

ben çağın aciz hafızı

köleliği ezberledim.

kelebeklere söyleyin kurtarsınlar bizi


Valse

27 Temmuz 2020 Pazartesi

Süslerimizi bırakalım. Şu an sadece hayatımla konuşmak isterdim. şimdiye kadarıyla değil. Kendimle konuşmak değil niyetim. Hayatımın tamamıyla. İkimizin bardaklarına da güzel bir çay koyup hafif rüzgarda. Cümlelerimi kurallı hale getirebildim mi? Şefkati çözebildim mi? Bir takım şeyler. Güldürecek, hafifletecek, gizleyecek, gizlerken güldürecek ya da saçmalayacak şeyler yazmayacağım. Üzülecek bir şey yok. Acıtıcı bir şey yok. Şimdilik her şey yolunda.

Vardın mı durağına?

Öpülmemiş omuzlarımızda
Zamanın düşkünlüğü
Tutunduğun yerden solan çiçeklerine
Dost getirir mi suyu?

Yitip giden bir şey gibi
Bahar bizim eşiğimizi neden aşmadın
Biz gökten mahrum
Yerin üstünde topraktan ırak
Azabımız hayatımızla bir

İnsan büyü.
İnsan büyüt.
Suyu yarat, 
Köprüyü kur,
Dağları aş,
Dağlardan aşır.
Dosta ulaş.



1 Mayıs 2020 Cuma

Kızıl Kıpkızıl

bir gün bitecek diye
okşamalarını avutuyor saçlarım
ateş gibi yakıcı bir uyanış
berrak bir durgunluğun eşiğinde
hayır sevgilim hayır
hayır
hayır
hayır
bizi devrimler kurtarmayacak
yıktıklarımızdan daha iyisini yapamadık
yahut iyi kalamadık
şimdi karıncaları topla
ibrahim'in ateşini kurdukları
bu dünyayı yakacağız.
bizler
yani önce neşesini
sonra acısını kaybeden seyirciler
biz başlatacağız yangını
hayır durdurmayacak masumiyet
durdurmayacak düzelme vaatleri
durdurmayacak önümüze atılan kemikler.
bırak meşaleni yere
ben benzini döktüm her yere.

11 Nisan 2020 Cumartesi

Bahar İlerliyor Kıtada

Merdivenlerden koşarak
Eşiğimize gelen sesler, düzene giriyor
Ahengini görüyorum nikabını çektiğim yüzünde
Dolunaydasın.
Bu akşam elimde değil silah,
Belimde sükut içinde dinleniyor
-Bir başka evrende silahım elindir-
Kanı durulmuş yaralarımıza bu gülüşler
Eteklerinde yürüdüğümüz Üsküdar'da
Bütünlüğünü yitiren meyveler gibiyiz.
Dilimizde tamlayanını arayan kelimeler.
Söylemediklerimizin yerini dolduran sesler
Bozmuyor mutlak sessizliğimizi.
Bostan'ı göremedin
"Seni aldım bu sunturlu yere getirdim."
Ama kapatmadım sayısız pencerelerini
Zira gökler ve kuşlar dolabilir içeri.
Benim göklerimin elleri serçekuşlarını okşar belki
Zarif uyarlığını duyumsadığım arkadaşın.
Gölgen cismini çağırıyor kaç zamandır
Gelmediğin halde ne işin var şiirimde?
Kırılan uçlarımızdan kurtulup
Kavuştuğumuz yeni uçlar
Canın başlangıcı olabilir belki de.
İçinde sürgün veren dalların mırıltıları büyüdükçe
Güç oluyor şarkıyı ertelemek, zira
"Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum."
Ellerimse hâlâ seni arıyor.

Sevgiyle.

15 Mart 2020 Pazar

Yanlış Yaptın Şövalye

bıçaklarını saklayan akşamüstlerinde
bildik şarkıları dinledik sandıktan çıkarıp
bildik sevdalara dokunmadık şarkıları alırken.
belinin çok altında ince bir çizgi çay kalan bardağına
sesleniyordu müezzin.
içimizin karmakarışık sesleri
sen neyden vazgeçtin?
uykuları bölüp bölüp kaçmak
toplu mutsuzluk ayinleri
yüzüne nasıl da tapıyorsun
sakladığını sanarak
dikenli üzüntünü
gülüşlerin, güzel gülüşlerin
testlerden kalıyor hep
bazı şeylerin pozitif olması iyi değildir şövalye.
kime kurban diye?
kurbana sormadan, ama hiç sorulmamıştır değil mi?
ismail'e sorulmadığı gibi.
"dur ismail bu tanrımla benim aramda"
"baba bıçak elinle boğazım arasında" denmemiştir şövalye.
kurbana söylemeyiz sesi vicdanımızı sızlatmasın diye.

ıslak sokaklara düşen ışığın eflatun gözleri
sadece o kadın biliyor bunu
yürütemeyeceği yakınlıkların kahramanı olan
milyonlarca insandan biri.
tanrılardan hangisiydi
zeus muydu taşıyamayacağı yükü vermeyen
pardon o şerefsiz bir tecavüzcüydü
şimdi affedilecek bir parantez açıyorum
tecavüzcülerin tanrı olduğu dünyanın
kapattım
sisifos taşıyabiliyordu yükünü
vicdanı rahat olanların yapabildiği bir şey bu.

tanrı çiçekleri açtıran ve soldurandır
tanrı güldüren ve ağlatandır
insan ağlayan ve ağlatandır
insan gülen ve güldürendir
insan tanrıya oynayandır.

kasımın ellerini tutamayan ve ayları yitiren
kargaların gözlediği, küçük mezarcı
gözyaşların baharı bekliyor
direnişler, öfkeler şehvetle arzuluyor neşeyi.
abi bak apaçık yazdım
anlatmak önemsizdi anlatmamak kadar
anlaman önemsizdi anlamaman kadar
artık kalemleri bırakalım
artık bırakalım.

teşekkürler sisifos

5 Mart 2020 Perşembe

Kızıma

Seni muhakkak sabahlar getirdi
Gür bahçelerin yeşilinde koşuyoruz
Yüreğime sığıyordun da taşıyorsun artık
Minik ellerin avuçlarımda büyüyor
Yavrum her şey böyle güzel ve kolay olmayacak
Zorluklar çok şey öğretir, düştüğünde hatırla.

25 Şubat 2020 Salı

Niyetin Yetmediği

Niyet eşiğin öncesi. Üç kapıyı da aralayan.
Döngünün yasa olduğu yerde tek başına bir hükmü yok. Bu kadar mühim olan şeyin sürece hakim olamaması aslında bütünü dengeliyor. Denge dışarıdan bakıldığında görülüyor fakat durum içerisinde görmekte zorlanıyoruz. Bütünü dengeliyor çünkü niyet ettiysen çaba göstermeli, çabada sebat etmeli, haklı ve güzel bir mücadele vermeli. Bunları yaparken hayatı unutmamalı düştüğünde canının yanacağını unutmamalı. Her düşüşün acı vereceğini, daha az acıtsa bile yaşam süresince düşüşlerin olağan olduğunu, acının sevimsiz bir gösterge olduğunu. Çaba ziyan olduğunda, niyetinin güzelliği canını acıttığında, kanayan şeyin sizi neye dönüştürdüğü, dönüşümün yararlı olup olmadığını... Aslında cümleleri daha iyi bağlamalı, bunu ileride tekrar vurgulamak içimi rahatlatacak. Niyetin kapıları aralaması için gereken süreç yaşanmazsa öğrenme sağlanamıyor. Bu sebeple yapılacak olan iyi yapılmalı. Tarif eksik kaldığında öğrenme gerçekleşmiyor. Öğrenme olmadığında niyet tamamlanmıyor.

Döngüler kendi içinde yeni döngülerle büyüyor. Genelde ikilik görüyoruz ama bir yetmediği için iki, iki yetmediği için üç ve daha fazlası var. Sonu başlatmadan evvel gereken büyüme, bu devasa büyümenin durması ve nihayetinde büzüşmeyi başlatması, görülebilen esas diyebileceğimiz döngü. İkilik, üçlük ve çoğalma bir bakıma tez, antitez, senteze paralel. Tez, antitez ve sentez meraka, eleştiriye, kötü yorumlara ve neredeyse haksızlıklara yol açıyor. Bu çok yorgun bir süreç. Sonu bilinen yine de her şeye rağmen yapılan, belki de yapılması gereken. Yapılmaması hiçbir şey değiştirmezdi, yapılması da niyeti aşarak bekleneni vermedi, değiştirmek istenileni değiştirmedi. Çünkü çok etmen vardı. Yapılmasaydı sessizlik bozulmayacaktı, yapıldı, sessizlik bozuldu, sesler zamanla çoğaldı, karıştı yeni sorunlar doğdu ve içinde büyümeye devam etti, ediyor, edecek. Bir savunma değil ama bir bakış sunmak gerekirse, sessizliği bozmamak bize bir şey sağlamazdı, sessizliği bozmak da bir şey sağlamadı sadece sessizlik ve ses bilindi. Doğmak ve ölmek ikiliği kendi aralarında bir gün tükenecek  olan büyük çapta bir çoğalma başlattı. Eksiltilen şeyler ve uyumsuz parçalar için burada kaybolmak üzücü, anlamsız fakat sezilmeleri engellenemez. Görmek istenilen de görülebilir, gizlenilen de görülebilir. Açık olmak önemli fakat dil her ne kadar açmak için olsa da bir o kadar örtüyor. Zıttıyla ve getirileriyle bir arada olmasına rağmen bağ yok ve bağlanma mümkün değil. Bu, niyetin dışına taşanlar, sonucu bilinse dahi yapılanlar, üzen sonuçlar karşısında haklı olmanın iç rahatlatmaması, aksine haklı olmanın acısı buruk, yorgun, zorlu.

Ağaç doğası gereği dik yükseldi. Yürümesi gerekiyordu, bu gereksinim onun özüne aykırıysa da  yaşaması için elzemdi. Sancılar kaçınılmazdı, başladı. Acılar şifayı arattı. Bir şey daha doğdu yahut açığa çıktı. Yürüyüş süreci devam ederken öğrenilenler hamdı çünkü olmak ölünce mümkündür. Bu hamlık şifanın paylaşımına dairdi. Bilinen, şifanın paylaşılması gerektiğiydi ve ağaç paylaşmaya razıydı. Olmak çok tuhaf bir biçim. Çünkü çok çeşidi var, göründüğü gibi olmak, olduğunu sandığın, olmadığını sandığın, olmaktan korktuğun, olmaktan korkman gereken, aslında olmaktan korkmaman gereken, olduğuna memnun olman gereken ve malumunuz çokça devam edebilir bunlar. Sonu başlatıncaya kadar büyüyecek. Ağaç ise olduğu gibi  görünüyordu, burada bildiğiniz üzere ve maalesef bir ama var. Ağaç, olduğu gibiyse de anlama çeşitleri çok fazlaydı. Çünkü karmaşa büyüyor bir başladığı için iki, iki başladığı için üç ve sona gidinceye kadar yola başka şeyler de vasıl oluyor. Ağaç, şifanın hak edene verilmesi gerektiğini biliyordu. Niyeti kapılardan geçmişti, iyi öğrenilmişti. Fakat herkes şifaya ihtiyaç duyardı. Paylaşmak iyiyi çoğaltırdı, gereken iyiliği yaymaktı. Hatanın doğumu hak etmeyene iyilik yapmaktı. Doğum başlayınca artıyor, çığlar çığları kovalıyor. Yanlışların hep bedeli olmuştur. Adres yanlışsa buz ağacının meyveleri olgunlaşmadan düşüyordu. Ağaç zaten ait olmadığı bir topraktaydı. Yaşam ısıyı ister. Dökülen buzlar topraktan köklere geçtiğinde çürüme başlar. Sıcaklık yaşamak için gereken zehirdir. Bunun herkesi öldüren bir zehir olmadığını belirtmek durumundayım. Sizin şifanız ona zehir olabilir, onun zehri bir başkasının devasıdır. Ama ağaç kökleriyle şifa vereceği birine değdiğinde, o şey kötü bir şeyse buzlar hızla düşüyor ve çürüme hızlanıyor. Ağaç yine de şifayı paylaşmalı ama ölecek, paylaşmasa da ölecek -çünkü ölüm haktır, hak ise doğaldır- çıkış varsa bu ikisinin arasında çoğalacak ama bu engellenemeyen çoğalma, ağacı çok yıpratıyor. Çünkü çürüme görmesine mani oluyor. Görmek içinse sağlıklı olmak gerekiyor. Sağlıklı olmak içinse çürümeyi durdurmak ve hasarı düzeltmek gerekiyor. Ağaç doğumu sonlandırmak gerektiğini biliyor fakat doğumun devam etmesi gerektiğini de biliyor.

Doğurmak büyük sorumluluk gerektiriyor. Her şey, doğuracağı için doğurduğunu iyi yetiştirmek zorundasın. Çünkü ilgilenmediğinde doğan şey güzel olsa da ölüyor. -Ölmese, tutunmayı başarsa yaralı oluyor. Elbette yara insanın hakkıdır fakat yara yolda alınmalı, yaralı doğmamalı.- Güzellik elflerin yitik hatırası. Bir şiir doğurmuştum. Sevmiştim, içimi ısıtmıştı. Bilmiyordum bir şiir nasıl korunup kollanırdı. Şiir soldu. Verdiği duygu artık yok. Gitmesi gerekli miydi bilmiyorum. Gitmeseydi içindekileri seyretmek beni mutlu edecekti. Ölümler çoğaldı ve bu doğaldı. Yapım artarsa yıkım da artacaktı.

Şair hayatı istemişti, istemek de çokluklarla bulunur. İstenilenler bazen elde edilir ama bahsimiz oldurulamayan durumlar. Her şeyi yapmak ve istediğimiz sonucu alamamak, hayatı istemenin, attığımız tiratların, mücadelemizin, umudumuzun, kırgınlığımızın, acımızın; toplu ama uyumsuz bir aradalığı. Bir şey yapmak istemiştik. Öğrendik, böyle bütün halde verilmez, minik minik işlemeli. Ahmet Mithat Efendi de iyi bir şey yapmak istemişti. Yaptıkları iyiydi fakat yeterli değildir denildi. Diyenler, çok az yaparlar fakat dil kemikli değildir. Evet belki aşmak gerekirdi Ahmet Mithat Efendi'yi. Bu bir telafi yahut koruma değil. Olması bir şeyi değiştirmez çünkü. Onun iyiliği çoğaltılmadıysa, doğurma gücü iyilik dışındaki çokluklara harcandıysa ağacı yıpratmaya son vermeli. Bir şey yapmalı diyerek yola çıkmışlardı, destek gerekir böylesine. Desteksizlik zaten yıkıyor, üstüne itmek?

Birlikte, ahenk yoktu, sağlanamamıştı ve sağlanmaya çalışılmamıştı. Doğum ahenkten nasibini yeterince alamamıştır. Bir başka evrende ağaçlar göğe, çiçeklerini iç rahatlığıyla açabiliyordur umarım.

14 Şubat 2020 Cuma

ah ay!

yüzüm dökülüyor
bahara müjdeler olsun
benden eksilen
senin eşiğinin şenliği
uzat kollarını
düşeceğim.